4 Ekim 2010 Pazartesi

Film Şeridi

Bundan tam 20 sene önceydi. Yabancı bir memlekette oranın yerlisi misali yaşamaya başlamıştım. Kendi ülkenden rastladıklarınla daha bir başka olur ya arkadaşlık o dönemde; edinmiştim işte 3-5 yakın. Zaman geçtikçe bulunduğumuz şehir artık bize yetmemeye başlayınca kalkıp gidelim, biraz etraf görelim demiştik.

Çoğumuzun ehliyeti olmasına rağmen, içlerinde yaşça büyük ve en cengaver ruhlu ben olduğum için, geçmiştim direksiyon başına. 5 kişiyi rahatça sığdırabildiğimiz minik bir araba kiralamış ve yola koyulmuştuk.

Firmadan arabayı alıp ilk caddeye çıkışımız biraz heyecanlı olmuştu, çünkü ters taraftan kullanmayı anamın karnında bilmiyordum en nihayetinde. Soldan soldan giderken hafif park etmiş araçların dikiz aynalarını öperek yol almıştım. Arabanın içinde hafif heyecanvari naralar ile gülüşmeler karışıyordu birbirine. Meşhur tersliğe alışmak çok uzun sürmedi neyse ki.

Müziğimiz açık, gidip göreceğimiz farklı yerlerin sevinci ile co-pilot açmış haritayı yolu takip ediyordu. Otoban’ın bir alt modeli tipi şehirlerarası geniş yol bomboş ve ben olması gerektiğim hızda kullanıyordum arabayı.

Birden soldan bir darbe aldık. Ben donmuş gibiydim, çalan müziği de duymaz olmuştum. Sadece co-pilot’un “frene basma Zeyneeep !” diye bağırdığını duyuyordum. Araba yoldan çıkmış ormanlık alana dalmıştı. Yüce cam ağaçlarının arasından haddinden fazla bir hızla gidiyorduk sanki. O anda gözümün önünde belirdi; doğumum, bebekliğim, çocukluğum, ailem, arkadaşlarım….liste böyle sürüp gitti. Bilirsiniz işte, film şeridi gibi o zamana kadar olan hayatım kayıp gidiyordu. Sonra nasılsa durdu araç. Şükür ki, her birimizin korkudan titremesi dışında burnumuz bile kanamamıştı.

Diğer aracı kullanan sevgili İngiliz beyfendisi ehliyetsiz idi. Suçunu kabul ettiği için hiç itirazsız bütün irtibat bilgilerini hemen orada vermişti. Özürlerle bizi yolcu etti. Ona bir şey olmuş muydu, şimdi geçmiş zaman, hiç hatırlamıyorum. Biz kendi derdimize düşmüştük. Yandan vuruk bir araçla 5 günlük gezimizi keyifle tamamlayıp dönmüştük sonunda.

20 sene sonra… Daha henüz evden dışarı çıkmış kavşağı geçmiş tam ilerlerken bu sefer sağdan sağdan geldi. Araba, hız çizelgesi daha 20-30 km.lerde olmasına rağmen önce sola, sonra da düz ilerleyip penceremin önünde bir anda beliren dükkanın duvarına vurmuş olmasına rağmen durmayıp, üstüne bir de geriye kaydı. Ne fren, ne el freni o anda işlevini görmedi. Ve nasıl olduysa bir şekilde araba durdu yolun ortasında. Bütün bunlar olup biterken, arabanın içinde tek başıma avaz avaz bağırıyor bir yandan da – çok ilginçtir ve nedendir bilinmez – “arkada uçurum var eyvah, duramıyorum” diye aklımdan geçiriyordum. Bir süre titremekten çıkamadım aracın içinden ve bir süre diğer aracı kullanan gencecik kızın yanına gidip de bir şeyin var mı bile diyemedim. Ufacık bir köy yolunda bu derece büyük bir kaza geçirmeyi anlayamıyordum.

Olan olmuştu. Artık kaza anında polis falan çağırılmıyor ya, iş başa düştü. Tutanaklar tutulurken çıkarttık ehliyetlerimizi. Hatalı tarafın ehliyeti bembeyaz, taptazecik idi; en azından bu defa ehliyetli biriydi çarpan. Benimki ise yanında eli bastonlu, ayakta zor duran bir yaşlı nineye benziyordu. Bir arkadaşım takıldı bana; “çıkartmasaydın keşke, yaşın ortaya çıkmıştır !”

Geçen hafta böyle bir korkuyla karışık heyecan yaşadım. Çok şükür arabamın tekerlek aksının kırılması haricinde canımıza bir şey olmadı. Ama işin prosedürü yordu çok. Sigorta şirketi ile uğraşmak bezdirdi. Hala o kadar çok bürokratik işler var ki bu memlekette, bu işlerin biraz daha pratik hale sokulması neden bu derece imkansız, anlayamıyorum. Bir de neden konuşma, anlatma özürlü bir milletiz bilmem. Kerpetenle bile neredeyse zor alıyorsun bilgileri.

Sanki her şeyi her an yaşıyor da her şeyi bilmek zorundaymışsın gibi…


foto: http://www.gettyimages.com sitesinden alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Subscribe to me on FriendFeed XING