Sıkılıyorum… Çünkü yazamıyorum… Yazmak isteyip, kafanın içinde uçuşan kelimeleri bir araya getirememek kadar ruhu daraltıcı başka bir şey daha olamaz sanırım.
Ruhum, kimi olaylarla daralıyor şu günlerde;
Baharın gelişi ile okul disiplininden gevşeyen ve son sınavları sallayan çocuk yüzünden mesela,
Yaşı gereği artık bir ayağı çukurda ama hala hayata ve bana sımsıkı sarılı, 13 yıllık köpeğim yüzünden veya,
Yaşamıma, isteğim dışında dahil olan kimi insanın, üzerimde yarattığı olumsuz elektrik yüzünden belki,
Kışın, homini gırtlak çalışmış bedenin, tam mayo giyilecek zamanda zaptedilemeyecek boyutta olduğunu fark etmek hatta.
Ve daha niceleri…
Ama bütün bunların yanı sıra, gökyüzünde parlayan sımsıcak güneş, beni çağırıyor dışarı. Kış boyu dört duvar arasına sıkışmış olduğumdan, çıktığım gibi içeri giresim yok artık
Yazamıyorum, bari okunası ne varsa yığayım önüme diyorum. Aralarından çekiyorum bir tanesini. Parmaklarımın arasına yerleşen K dergisi oluyor ilk anda.
“Hayatımda hiçbir şey eksik kalmadı. Bir daha eski yaşlarıma dönmeyi düşünmem, çünkü onları yeteri kadar dolu yaşadım zaten…..” diyor Amerikalı yazar Philip Roth.
Dergide yayınlanmış hayat hikayesini okurken Roth’un, mıhlanıp kalıyorum oturduğum koltuğa. Tekrar tekrar aynı cümleyi okuyorum hatta.
Düşünüyorum bir yandan da; bir insanın “hayatım dolu, eksik gedik yok” demesi nasıl bir şey olmalı acaba? Bir kendime bakıyorum, şöyle üstten üstten, bir de dergide dizilmiş cümleye.
Ruhumun gevşemesini sağlamak için oturmuştum oysa buraya. Kasan olaylardan bir nebze olsun arınmak için önüme yığmıştım onca okunasıları. İlk dakikadan, kornerden yedim golü.
Bırakıyorum K’yı, bir kitaba uzanıyor bu defa kolum. Anthony Bourdain-Mutfak Sırları.
Daha ilk sayfadan dökmeye başlıyor mutfakların kirli çamaşırlarını. “Bu özgüven de neyin nesi şimdi?” diye sorgulamaya başlıyorum yazarı. Meslek hayatına kilit vuracak açıklamalardan bahsediyor, gözlerim satırların üzerinden kayarken. “Belli vurmamış ki, usta şefliğinin yanı sıra bir de yazarlık kondurmuş titrlerinin arasına” diye sinirleniyorum. Savuruyorum kitabı ayağımın sürekli çarptığı sehpaya.
Gevşetmek bir yana, ekonomik tedbir sebebiyle kemer sıkma politikası uygularcasına, sıkıyorum ruhumu iyice. Anladım ki, okumak iyi gelmeyecek. Kitapları, dergileri koyuyorum yan tarafa, açıyorum interneti. Bağlanıyorum; dizilerin oynamış bölümlerinin yayınlandığı siteye.
1 saat ne çabuk geçmiş?!
Gecenin serinliğinde, rüzgar yüzümü hafifçe yalayıp geçerken, günü geride bırakmalı. Yine yazısız, kalkmalı bu koltuktan artık….
Ruhum, kimi olaylarla daralıyor şu günlerde;
Baharın gelişi ile okul disiplininden gevşeyen ve son sınavları sallayan çocuk yüzünden mesela,
Yaşı gereği artık bir ayağı çukurda ama hala hayata ve bana sımsıkı sarılı, 13 yıllık köpeğim yüzünden veya,
Yaşamıma, isteğim dışında dahil olan kimi insanın, üzerimde yarattığı olumsuz elektrik yüzünden belki,
Kışın, homini gırtlak çalışmış bedenin, tam mayo giyilecek zamanda zaptedilemeyecek boyutta olduğunu fark etmek hatta.
Ve daha niceleri…
Ama bütün bunların yanı sıra, gökyüzünde parlayan sımsıcak güneş, beni çağırıyor dışarı. Kış boyu dört duvar arasına sıkışmış olduğumdan, çıktığım gibi içeri giresim yok artık
Yazamıyorum, bari okunası ne varsa yığayım önüme diyorum. Aralarından çekiyorum bir tanesini. Parmaklarımın arasına yerleşen K dergisi oluyor ilk anda.
“Hayatımda hiçbir şey eksik kalmadı. Bir daha eski yaşlarıma dönmeyi düşünmem, çünkü onları yeteri kadar dolu yaşadım zaten…..” diyor Amerikalı yazar Philip Roth.
Dergide yayınlanmış hayat hikayesini okurken Roth’un, mıhlanıp kalıyorum oturduğum koltuğa. Tekrar tekrar aynı cümleyi okuyorum hatta.
Düşünüyorum bir yandan da; bir insanın “hayatım dolu, eksik gedik yok” demesi nasıl bir şey olmalı acaba? Bir kendime bakıyorum, şöyle üstten üstten, bir de dergide dizilmiş cümleye.
Ruhumun gevşemesini sağlamak için oturmuştum oysa buraya. Kasan olaylardan bir nebze olsun arınmak için önüme yığmıştım onca okunasıları. İlk dakikadan, kornerden yedim golü.
Bırakıyorum K’yı, bir kitaba uzanıyor bu defa kolum. Anthony Bourdain-Mutfak Sırları.
Daha ilk sayfadan dökmeye başlıyor mutfakların kirli çamaşırlarını. “Bu özgüven de neyin nesi şimdi?” diye sorgulamaya başlıyorum yazarı. Meslek hayatına kilit vuracak açıklamalardan bahsediyor, gözlerim satırların üzerinden kayarken. “Belli vurmamış ki, usta şefliğinin yanı sıra bir de yazarlık kondurmuş titrlerinin arasına” diye sinirleniyorum. Savuruyorum kitabı ayağımın sürekli çarptığı sehpaya.
Gevşetmek bir yana, ekonomik tedbir sebebiyle kemer sıkma politikası uygularcasına, sıkıyorum ruhumu iyice. Anladım ki, okumak iyi gelmeyecek. Kitapları, dergileri koyuyorum yan tarafa, açıyorum interneti. Bağlanıyorum; dizilerin oynamış bölümlerinin yayınlandığı siteye.
1 saat ne çabuk geçmiş?!
Gecenin serinliğinde, rüzgar yüzümü hafifçe yalayıp geçerken, günü geride bırakmalı. Yine yazısız, kalkmalı bu koltuktan artık….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder