28 Şubat 2008 Perşembe


Teneffüs zili çaldığında bana yakın olan arkadaşlar, iki dudağımın arasından dökülen kelimeler duyulmasın, kimden geldiği belli olmasın diye üzerime çullanıp, saklamışlardı beni. Henüz sınıfı terk etmemiş hocanın gazabından koruyorlardı akılları sıra. Ancak saklanmak isteyen kimdi acaba? Emeğe gösterilen saygısızlık ve yapılan haksızlık karşısında olanca gücümle nefretimi kusmak istemiştim zaten. Bilerek, isteyerek…..

Zamanı, sınıfta sıraya saklanılmaya çalışıldığım zamandan biraz geriye sarıyorum şimdi. Evde, 50x70 cm.lik kartonlar yayılmış yemek masasına. Elimin çizer kalemi tutma beceriksizliği o zamana dek çoktan kanıtlanmış olduğundan kartonların üzerine eğilmiş olan ben değilim. Duvarlarda tabloları asılı olan kadına bırakmışım kara kalemi. Masanın boş kalmış köşelerinden birine sığınmış, ansiklopedi sayfalarını karıştırıyorum ben diğer yanda.

Konumuz ülkeler. Çeşitli Avrupa ülkeleri, sınıf mevcudiyeti içersinde dağıtılmış. Bana düşen ise Fransa. Haritası çizilip, üzerinde önemli şehirleri gösterileceği gibi yeryüzü şekilleri, ekonomik-kültürel bilgileri de derlenecek. Sonrası sınıfta sunum. Hafızam, bu sunumun sözlü notu olarak puan defterine kaydedileceğini söylüyor.

Kara tahta önündeyim. Arkamda, özenle ve dikkatle hazırladığım(ız) Fransa haritası bütün ihtişamı ile tahtaya yapışık sınıfı selamlıyor. Elimin teriyle ıslattığım not kağıdı titriyor.

Anlatmaya başlıyorum. Dili…Nüfusu…İklimi…

Birden araya giriyor ses; “Hayır, yanlış, otur, 1”

Nasıl yani ? Daha yeni başlamıştım oysa. Neyin, ne kadar yanlış olduğunu anlayabilecek süre bile geçmedi henüz. Haritamda ormanlar nerede, önemli şehirleri nerede göstermedim bile. Hangi ülkeyle sınır teşkil ediyor, söylemedim henüz. Hepsi ağzımda tıkıldı. Tek söyleyebildiğim;

“Ama hocam, Meydan Larousse’dan aldım bütün bilgileri”

Yine itiraz. Zamanın en yararlanılası, en mühim kaynakçalarından biri, Meydan Larousse Ansiklopedisine mi itiraz yoksa sene başından beri bir türlü yıldızı barıştırılmayan bana mı? O anda anlamam imkansız. Anlamak istemiyorum da işin doğrusu. Yapmak istediğim, elimde ıslanan kağıtları iyice lime edip, uzun boyunun ve kürsü basamağının da etkisiyle benden 1 metre kadar yukarıda duran, zayıf hatlı, sarışın kadının yüzüne fırlatmak hepsini.

Yapamıyorum elbette. Ev içi öğretileri üşüşüyor beynime; büyüklere karşı saygılı olmalı. Hele ki bir de karşımdaki öğretmen sıfatını almış kutsal bir insan ise….

Anlatamamın verdiği hüzüne (sinire) bir de düşüğün düşüğü bir notun ağırlığı da eklenmiş dönerken sırama, zil çalıyor. Sınıf hareketleniyor. Koridorda koşturanların sesi sızıyor sınıfa. Biri kapıyı açıyor dışardan gelen sesler daha çoğalıyor. İşte tam zamanı diyorum kendimce ve döküveriyorum ben de harf kümelerini bir bir, ard arda…

Neler çıkıyor ben duymuyorum ama etrafımdakiler duymuş olsa ki yukarıda bahsettiğim gibi sıraya itekleyip saklıyorlar beni. Kafamı kaldırdığımda, sınıfı terk eden hocanın arkasından “şükür, duymamış” diye rahatlıyorum. Ya da duymamış gibi yapıyor belki de…

O sözlü notunu nasıl düzelttim hatırlamıyorum. Çünkü benim için coğrafya dersi bitmişti artık. Öğretmen-öğrenci ilişkisinin en berbat hali sergilenmişti o sene. Dinlemeyen, emeğe saygı göstermeyen bir şahıstı o dersi anlatan. Bir kulağımdan giriyor, diğerinden çıkıyordu söyledikleri o saatten sonra. Sonuçta, bir şekilde, orta karar bir notla geçildi gitti.

Geçen giden seneler boyunca çöp adam çizemeyişim değil ama coğrafya konusundaki beceriksizliğim lakırdı oldu aile içinde. Hayatımdan o derece silmiştim ki, ne coğrafyaya kulak astım ne de bu lakırdılara… Bugüne kadar...

Artık vakit kulak asma zamanı diyordu önüme konulan sosyal bilgiler proje ödevi. Türkiye’nin 7 bölgesi çizilecek, yeryüzü şekilleri, şehirleri vs. üzerinde gösterilecek.

Projeyi ilk gördüğüm anda hissettiğim, “korku”idi. Yirmi küsür sene önce yaşadıklarımı, karşımda duran bu yeni nesil şahıs yaşamasın diye gizlice dua ettim içimden. Bölgelerin çizimi aşamasında beyaz kartonun yanından bile geçmedim elbette. Yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendim sadece. Üç kişilik ekibimiz iyi bir çalışma gerçekleştirdi gecenin sonunda.

Nitekim, film yirmi sene önce mutsuz bitmişti benim için. Ancak bu defa filmin sonunda beyazperdede yazan “Happy End (mutlu son)” oldu….

2 yorum:

Unknown dedi ki...

merhaba, adı ve içeriğiyle hoş bir blog. evet, öğretmenlerin dersi sevme üzerinde etkisi çok büyük.
sonun mutlu olmasına sevindim.
sevgiler...

Zeynep B. dedi ki...

teşekkürler...

Subscribe to me on FriendFeed XING