31 Mart 2008 Pazartesi





Elimi uzatıyorum ama tutamıyorum onu. Oysa, kendisi karar vermişti bana gelmek için. Şimdi vazgeçiyordu. Bu defa da ben istemiyordum geri dönmesini. O yüzden elimi uzatıyordum şimdi, ama tutmuyordu.

Karanlık düştü bir anda etrafıma. Onu göremez oldum iyice. “Keşke” dedim. “Keşke, kedi gözlerim olsaydı. Karanlıkta rahat yürürdüm”.

Şimdi divanda oturmuş sadece onun neye benzediğini düşünmekten başka bir şey yapmıyorum. Kapıdan içeri girmiş olsa ve karanlık çökmese bedenime, belki görebilecektim semasını. Siyah-beyaz resimlerde yetindiğim semasını….

* * *

“Kızımın üstüne bir başka gül koklamam” demiştim bir zamanlar. Hayatta büyük konuşmamak gerektiği konusunda çok öğüt almıştım ama dinlemiyordum onları. Israrla, “başka yok” diye diretiyordum. Ama sonra ne oldu hatırlamıyorum. Fikrim değişti. Belirli bir tarihi yok, uzun zamana yayılmış bir fikir değişikliği.

Evdeki mevcut gül büyüdükçe değişti fikrim. Büyüdükçe, yalnız kalıyor insan.Büyüdükçe, etraftaki kalabalıktan sıyrılmak istiyor. Yalnızlığı seçiyor. Büyüdükçe, konuşmuyor insan. Susmayı tercih ediyor.

Büyüsün ama susmasın, yalnızlık onu bulmasın istedim. Onun elini tutacak biri olur mu ilerde yaşanacak günlerde bilinmez ama o birisinin elinden tutsun, konuşacak, dertleşecek birileri olsun istedim sadece.

Fikrim değişti. Bu değişikliğe karşılık da geldi belli zaman içinde.

Şaşırdık. Şaşırmayın. “E istediniz niye şaşırdınız?” demeyin. Gerçekten şaşırdık. Yaş başı almış birlikte giderlerken istesek de beklemiyorduk karnıma düşmüş yeni tohumu.

İlk kontroller tarafımdan yapıldıktan sonra doktor muayenesinde ve hatta o divanın üzerinde uzanmış buluyorum kendimi. Karnımı açmamı söylüyorlar. Utana sıkıla açıyorum pantalonumun düğmesini. Hemşire çıkıyor oradan, beni yerleştirdikten sonra.

Ultrason cihazının projektöründen benden önce girmiş hastanın bebişi duruyor duvarda. Henüz şekilsiz. Kafası büyük gerisi küçük. Hakkında konuşuyoruz, odada benden beriye doğru, koltukta oturmaya çalışan eşimle. O da rahatsız. Hayır, aslında o benden çok daha fazla heyecanlı.

Birden sürgü kapının iki kanadı yanlara kayıyor. Doktor giriyor içeri, gür sesiyle. Elini uzatıyor, yattığım yerden, karnımın açıklığının verdiği rahatsızlıkla elimi uzatıyorum saygı gereği. Sıkı sıkı tutup, selamlıyor eşimi ve beni. Güven enerjisini aktarıyor bana adeta.

Ultrasonun göz başının karın üstünde kolay kaymasını sağlayan jel, ürpertiyor beni bir anda, karnıma değer değmez. Ürpertiyi unutuyorum çabucak, gözlerim duvara kitlenmiş heyecanla bekliyorum. Sırf onu görebilmek için. Oysa, doktor göstermese göreceğim yok ya, duvarda bir noktacığa bakıyorum. Noktacık… Noktadan bile ufak…

* * *
Koridorda yürütüyorlar beni. Gerek bile görmediler sedye ile ameliyathaneye götürmeye. Belki de odamla ameliyathane aynı katta diye. Kimbilir. Yoksa başarısız olmuş bir anne adayına uygulanan kötü muamele olamaz herhalde…

Giydirdikleri bez gibi ameliyat masası elbisesinin arkası açık. O açıklıktan batırıyorlar iğneyi. “Ahhh !” Hani acımayacaktı. Acımayacak, çok kolay olacak demişlerdi oysa. Dedikleri gibi olmadı işte. Onlar mı yalancı, benim mi ağrı eşiğim düşük? Bunları düşünecek vakti nasıl buluyorum ben? Şaşırıyorum kendime. Birkaç aydır sürekli şaşırmakla geçip duruyor. Bugün artık son nokta konacak bu şaşkınlıklara. Duvarda gördüğüm, tamam doktorun gösterdiği, nokta çocuk, koyacak son noktayı şimdi.

Belime saplanan iğne ucunun içimde ilerleyişini hissediyorum bu defa. İnlemelerimle, doktoru kızdırıyorum. O kızıyor, ben korkuyorum. Kızarken, iğne yolunu şaşırır diye…

* * *

Bir hoşluk oldu içimde. Hafifledim sanki. İçim mi geçti ne, uyumuş gibiyim. Ama bir yandan da konuşuyorum galiba. Sesimi duyuyorum kulaklarımın içinde.

“Kız mıydı?”
“Evet,”
“Görse miydim?”
“Yok, görme daha iyi”

Gözlerimden, ben istemeden yaşlar kayıyor, çenemin altına kaçıyorlar saklanmak istercesine. Tutmaya çalıştıkça onları, sanki daha da çoğalıyorlar.

İçim geçmiş yine. Gözlerim kıpırdanıyor. Açılmaya çalışan kirpiklerimin arasından odada birkaç kişi olduğunu görüyorum, net değil. Ben uyanmayayım diye, sessiz konuşuyorlar. Bense, son sesimle bağırmak istiyorum ;

“Neden?”

Karnım ağrıyor. İçimden bir şeyler sökmüşler sanki. Boş kalan yerlere hava dolmuş, rahatsız ediyor şimdi, ağrıyor.

* * *

Evdeyim. Evdeki gülüme sarılıyorum. O da bana. Birbirimizi teselli ediyoruz. O, hayatının en büyük hayalini kaybetmiş ağlıyor. Bense yeniden tatmaya heveslendiğim anneliğin elimden alınışına…

Dosyası hala duruyor. Kapağını kaldırmadım. Kaldırmama gerek yok. Daha çok negatif, bir tane renkli fotoğrafı var isimsiz yavrunun. Hepsi hafızamda. Gidip klasörün kapağını kaldırmama gerek yok...

* * *

Doktor: “Çok güçlü bir yapınız varmış” dedi son kontrolde. “Tepkileriniz, bizim düşündüğümüzden çok daha az ve yumuşak oldu”.
“Öyle mi? Oysa bilseniz neler esiyor içerde” demedim. Sadece hüzünle gülümsedim ona.
Her hatırladığımda benden eksik olmayacak hüzünle… İsmini koyamadığım hüzünle…

O hüzne elimi uzattım, onu sevince dönüştürmek için. Ama tutmak istemedi. Parlak kağıda basılmış negatif fotoğraflarda kalmayı seçti.

3 yorum:

Binnur A. Ö. dedi ki...

yeni yazi demistin ama bu degil sanırım...

Adsız dedi ki...

gözlerim yaşardı bunu okurken benim..

Zeynep B. dedi ki...

:) Umutcum, haklısın. Biraz dokunaklı ama hayatımın en son gerçeği ne yazık ki...

Subscribe to me on FriendFeed XING