Şubat tatiline girildi mi, çocuklarla birlikte yetişkinler de şöyle bir yanılgıya düşerler :
“ Yaşasın tatil başladı! Neler yapsak acaba ?”
Tatilin başlaması elbette insanın içine bir sevinç sıcaklığı yayar. Ancak fark etmeden yüklenilen tatil yapma mecburiyeti aile üzerinde olumsuz bir baskı yaratabilir ve her şeyin sonu 15 gün sonra hüsran olabilir. Bir yerlere gidilmesi halinde bu hüsran hafif atlatılır belki bir derece. Ama eğer tatil evde kalıp ayak uzatmaktır diyecek olursanız işte o zaman işler sarpa sarar. Çünkü siz böyle bir tatil zihniyetine sahip olsanız bile çocuklar bu zihniyeti direkt baştan red ederler.
Gerçi ne yaparsanız yapın çocuklara yaranmak mümkün değildir. İşte bu yüzden tatilin son gününden ayrı bir keyif alırsınız. Ertesi gün çocuklarınızı güle oynaya okul servisine bindirirsiniz. Öyle değil mi ?
Ancak yine de ilk anda önümüzde uzanan bitmeyecekmiş gibi duran günlerde sabah erken kalkma telaşı olmaması sevindirir hepimizi. Şöyle öğlenlere dek yatağın tadını çıkarmalı diye düşünürüz. Sadece düşünmekle yetiniriz aslında. Çalar saatin alarmını 15 günlüğüne kapatmış olsak da vücut saatimiz edepsizce çalışmaya devam eder. Büyük hevesle yastığa sarınmış yatarken her zamanki saatte göz kapakları kalkıverir hiç hesapsızca.
Öte yandan sabahları ağırdan almak işin bir başka keyfidir; 45 dakika ile 1 saat içine sığdırılmış hazırlanma sürecinin düğmesine basmamak… Öyle ki öğlenin gelişine şaşırmak mesela…
Madalyonun bir diğer yüzünde ise tatilin başlangıcının ilk saniyesinden itibaren verilmesi gereken bir cevap bekler sizi ; “Anne, bu tatilde nereye gidiyoruz? Filanca kayağa, falanca Disneyland’a gidiyor, ya biz ?”
Sanki analarının karnından seyahat şartnamesi ile doğmuşlar mübarekler !
Bu tür şeylere muhatap olduğumda geçmişe giderim bir anda. İster istemez… Kıyaslama hormonum harekete geçer aniden.
Düşünüyorum, bazı kareler geliyor gözümün önüne. Hep aynı kareler hatta. Bir memur ailenin kızı konumum hiç değişmediği gibi tatil boyunca evde, arkadaşlarla veya sokakta geçirdiğim zamanların izdüşümü vuruyor hatıratlarıma.
Ne bir kayak, ne bir yurtdışı, ne bir başka tatil seçeneği…
Haksızlık etmemek gerek elbet. Mutlaka birkaç tatilde biz de ailecek düşmüşüzdür yollara. Ama toplasam parmaklarımın sayısını geçmez. Ayrıca o yaşlarda kimse bize seçme hakkı da vermiş değildir. Çocukların sözü değil büyüklerin kararları geçerli olurdu o dönemlerde. Oysa şimdilerde durum oldukça farklı, karar küçüklerin, yerine getirme sorumluluğu büyüklerin.
Bu kadar lafın arkası “işte biz de bu tatilde bolca ve uzun uzun uyuduk, sabahları ağırdan aldık” olmayacak ne yazık ki. Yollardaydık. Aradaki 3 günlük evde verilen molayı saymazsak eğer 1 hafta boyunca yolların fatihi bizdik.
Önce dağlara tırmandık. Yamaçlarını, zirvesini kaplamış beyaz örtüyü çektik biraz olsun üzerimize. Ülkemizin ılıman iklime sahip batı bölgesinde yaşamanın dezavantajı nedeniyle kar nedir bilmeyen çocuklarımıza kartopu oynama şansı vermiş olduk böylelikle.
Ardından İç Anadolu’ya doğru yol aldık. Aydın efelerinin ne kadar delikanlı olduğunu, Ankara’nın misketinin sizi yerinizde oturtmayışını, Karadeniz’e çıktıkça insanın enerjisi karşısındaki şaşkınlığımızı, Doğu’da ise narinliğin ve kırılganlığın hakimiyetini gördük.
Elbette 1 haftada tüm yurdu dolaşmadık. Bütün bunları güzel bir olay için bir araya gelmiş insan topluluğunun müzik eşliğinde yaptıkları danslar sayesinde yaşadık. Ve dahi danslara katıldık. Eski dostlarla hasret giderdik. Çocuklara eski zamanlardan izimiz kalmış sokakları, evleri tanıttık…
Sonra eve döndük. Yorgun ve içi huzurlu… Okulların açılmasına 5 gün kala gerçekten uzun uzun uyuduk, ağırdan aldık. Asıl tatil işte oydu belki de…
“ Yaşasın tatil başladı! Neler yapsak acaba ?”
Tatilin başlaması elbette insanın içine bir sevinç sıcaklığı yayar. Ancak fark etmeden yüklenilen tatil yapma mecburiyeti aile üzerinde olumsuz bir baskı yaratabilir ve her şeyin sonu 15 gün sonra hüsran olabilir. Bir yerlere gidilmesi halinde bu hüsran hafif atlatılır belki bir derece. Ama eğer tatil evde kalıp ayak uzatmaktır diyecek olursanız işte o zaman işler sarpa sarar. Çünkü siz böyle bir tatil zihniyetine sahip olsanız bile çocuklar bu zihniyeti direkt baştan red ederler.
Gerçi ne yaparsanız yapın çocuklara yaranmak mümkün değildir. İşte bu yüzden tatilin son gününden ayrı bir keyif alırsınız. Ertesi gün çocuklarınızı güle oynaya okul servisine bindirirsiniz. Öyle değil mi ?
Ancak yine de ilk anda önümüzde uzanan bitmeyecekmiş gibi duran günlerde sabah erken kalkma telaşı olmaması sevindirir hepimizi. Şöyle öğlenlere dek yatağın tadını çıkarmalı diye düşünürüz. Sadece düşünmekle yetiniriz aslında. Çalar saatin alarmını 15 günlüğüne kapatmış olsak da vücut saatimiz edepsizce çalışmaya devam eder. Büyük hevesle yastığa sarınmış yatarken her zamanki saatte göz kapakları kalkıverir hiç hesapsızca.
Öte yandan sabahları ağırdan almak işin bir başka keyfidir; 45 dakika ile 1 saat içine sığdırılmış hazırlanma sürecinin düğmesine basmamak… Öyle ki öğlenin gelişine şaşırmak mesela…
Madalyonun bir diğer yüzünde ise tatilin başlangıcının ilk saniyesinden itibaren verilmesi gereken bir cevap bekler sizi ; “Anne, bu tatilde nereye gidiyoruz? Filanca kayağa, falanca Disneyland’a gidiyor, ya biz ?”
Sanki analarının karnından seyahat şartnamesi ile doğmuşlar mübarekler !
Bu tür şeylere muhatap olduğumda geçmişe giderim bir anda. İster istemez… Kıyaslama hormonum harekete geçer aniden.
Düşünüyorum, bazı kareler geliyor gözümün önüne. Hep aynı kareler hatta. Bir memur ailenin kızı konumum hiç değişmediği gibi tatil boyunca evde, arkadaşlarla veya sokakta geçirdiğim zamanların izdüşümü vuruyor hatıratlarıma.
Ne bir kayak, ne bir yurtdışı, ne bir başka tatil seçeneği…
Haksızlık etmemek gerek elbet. Mutlaka birkaç tatilde biz de ailecek düşmüşüzdür yollara. Ama toplasam parmaklarımın sayısını geçmez. Ayrıca o yaşlarda kimse bize seçme hakkı da vermiş değildir. Çocukların sözü değil büyüklerin kararları geçerli olurdu o dönemlerde. Oysa şimdilerde durum oldukça farklı, karar küçüklerin, yerine getirme sorumluluğu büyüklerin.
Bu kadar lafın arkası “işte biz de bu tatilde bolca ve uzun uzun uyuduk, sabahları ağırdan aldık” olmayacak ne yazık ki. Yollardaydık. Aradaki 3 günlük evde verilen molayı saymazsak eğer 1 hafta boyunca yolların fatihi bizdik.
Önce dağlara tırmandık. Yamaçlarını, zirvesini kaplamış beyaz örtüyü çektik biraz olsun üzerimize. Ülkemizin ılıman iklime sahip batı bölgesinde yaşamanın dezavantajı nedeniyle kar nedir bilmeyen çocuklarımıza kartopu oynama şansı vermiş olduk böylelikle.
Ardından İç Anadolu’ya doğru yol aldık. Aydın efelerinin ne kadar delikanlı olduğunu, Ankara’nın misketinin sizi yerinizde oturtmayışını, Karadeniz’e çıktıkça insanın enerjisi karşısındaki şaşkınlığımızı, Doğu’da ise narinliğin ve kırılganlığın hakimiyetini gördük.
Elbette 1 haftada tüm yurdu dolaşmadık. Bütün bunları güzel bir olay için bir araya gelmiş insan topluluğunun müzik eşliğinde yaptıkları danslar sayesinde yaşadık. Ve dahi danslara katıldık. Eski dostlarla hasret giderdik. Çocuklara eski zamanlardan izimiz kalmış sokakları, evleri tanıttık…
Sonra eve döndük. Yorgun ve içi huzurlu… Okulların açılmasına 5 gün kala gerçekten uzun uzun uyuduk, ağırdan aldık. Asıl tatil işte oydu belki de…
1 yorum:
çok güzel bir tatil geçirmişsiniz bence ohh sonunda da dinlenmişsiniz ne güzelll
Yorum Gönder