Gece saat 11… Günün yorgunluğu iyice omuzlara çökmüş vaziyette koltukta kaykılmışsınız.
Gözlerinizin biri “hadi kalk gidelim yatağa” derken diğerinin ne dediği hepimizce malum.
Sebep; televizyondaki hoş sohbetin sonuna kadar dayanma isteği. Evlat da nihayet son hazırlıklarını yapmış ve yatağa girmiş, ev sessiz. Mutlusunuz. Kendinize ayırdığınız bu dakikaların keyfini yaşamak için iyice sokuluyorsunuz koltuğun kolla yastık arasındaki kuytuluğuna.
O da ne? Kulaklarınızın arasında, kafatasınızın arka duvarına çarpan ayak sesleri duyuyorsunuz. Haliyle irkiliyorsunuz. Adımlar gittikçe size yaklaşıyor. Gelecek 5 dakika içinde neler olacak acaba diye iyice tedirginsiniz. Ve bir ağlayan ses patlıyor kulaklarınızda:
“Anne! Çok özür dilerim! Matematik performans ödevimi yapmayı unuttum! (araya ağlama efektleri siz koyun artık...) Yarın vermem lazımmm !”
Sessiz kalmayı tercih ediyorsunuz bir an. Saniyeleri iyi değerlendirmelisiniz. Hızlı ve pratik düşünme sisteminizi devreye sokmalısınız: “Ne yapmam gerekiyor şimdi?”
O saatte bağrınmanın hiçbir fayda sağlamayacağına kanaat getirerek, evladınıza yapacak bir şey olmadığını, bu performans ödevinden sıfırı çakacağını anlatıyorsunuz. Doğru karar. Çocuk cezasını çekmeli. Sonuca katlanmalı. Durumu hocasına kendi anlatmalı. Ve yatağa gönderiyorsunuz onu. Kendi başına, ağlayarak…
Sonra ayak parmaklarınızın ucundan boğazınıza kadar bir ısınma hissediyorsunuz. O ateş bir yandan sizi soru yağmuruna tutuyor; Cevapları şu anda yataktaki kişide olan.
- Bu performans ödevi ne zaman verildi?
- Ne zaman teslim edilecekti aslında ?
- Ne yapılması gerekiyordu ? gibi gibi….
Sakinleşmek için bir çözüm arayışı içinde dolaşıyorsunuz salonun ortasında. Diğer koltukta biraz önce sizin uzandığınız gibi uzanmış kocanız ilişiyor gözünüze. Bir tepki verir umuduyla bakıyorsunuz ona. O da sessiz. Eli alnında. Dertli bir görüntüsü var. Ona dokunmamaya karar veriyorsunuz.
Sonunda dayanamayıp çocuğunuzun odasına fırlıyorsunuz. Biraz önce içinizdeki kaynamanın sıraladığı soruları siz sıralıyorsunuz çocuğunuza şimdi. Cevaplar alınırken bir anda masasının dağınıklığından dem vurup onun için ailece gösterdiğiniz emeğe kadar vardırıyorsunuz işi.
Kaynama noktası 100 C den daha üst seviyedesiniz şu an. Ve patlıyorsunuz sonunda…
Bundan sonrası şöyle gelişiyor :
Saat gece 11.30 olmuştur siz kaynarken. Çocuk yataktan kaldırılır. Önce masası toplatılır ki, yazı yazacak yer açılsın. Sonra o günün dersleri kontrol edilir. Ve hatta o esnada bir ödevini daha yapmadığı çıkar ortaya. ( Ben acaba çok mu ilgisiz bir anneyim? diye bir alt yazı geçer gözlerinizin önünden) Unutulmuş ödevi bir kenara bırakıp 25 tane kesirli problem sorularını yazdırmaya başlarsınız. Noktayı koyduğunuzda saate bakmak hiç istemezsiniz. Çocuk kafasını yazarken bile neredeyse masaya koysa uyuyacak halde olsa dahi içi huzurlu yorganının altına süzülür.
Oysa siz yastığa baş koyduğunuzda kendinizle hesaplaşmaya başlarsınız :
Sol omzunuzdaki şeytan : “Bırakmalıydın ki, sıfırı alsın anlasın. Bak bakalım bir daha unutur mu unutmaz mı?”
Sağ omzunuzdaki melek ise: “Hiç gerek yoktu. Bu bile ona iyi bir ders oldu. Bir daha itirazsız annesinin lafını dinleyecektir”
Derler…
Şeytan ile melek tartışmaya devam etsinler. Biz anneler kendi doğru bildiğimiz yolda ilerlemeye devam edeceğiz. Hem çocuğumuza bu tür davranışlarından ötürü kızıp sinirlenecek, yapılması gerekenleri başkomutan edasıyla bıkmadan anlatacağız hem de bir yandan yavrumuza kıyamayacak neredeyse ödevlerini oturup yapacağız…
Baktığım zaman gördüğüm, hemen hemen tüm çocukların aynı oldukları. Sanıyorum teşekkürü borç bilmem gereken son zamanların oturtulamamış eğitim sistemi.
Yaşasın “unutkan çocuklar !” , Yaşasın “çoklu zeka eğitimi!” ve Yaşasın “yeni nesil anneler!”
Gözlerinizin biri “hadi kalk gidelim yatağa” derken diğerinin ne dediği hepimizce malum.
Sebep; televizyondaki hoş sohbetin sonuna kadar dayanma isteği. Evlat da nihayet son hazırlıklarını yapmış ve yatağa girmiş, ev sessiz. Mutlusunuz. Kendinize ayırdığınız bu dakikaların keyfini yaşamak için iyice sokuluyorsunuz koltuğun kolla yastık arasındaki kuytuluğuna.
O da ne? Kulaklarınızın arasında, kafatasınızın arka duvarına çarpan ayak sesleri duyuyorsunuz. Haliyle irkiliyorsunuz. Adımlar gittikçe size yaklaşıyor. Gelecek 5 dakika içinde neler olacak acaba diye iyice tedirginsiniz. Ve bir ağlayan ses patlıyor kulaklarınızda:
“Anne! Çok özür dilerim! Matematik performans ödevimi yapmayı unuttum! (araya ağlama efektleri siz koyun artık...) Yarın vermem lazımmm !”
Sessiz kalmayı tercih ediyorsunuz bir an. Saniyeleri iyi değerlendirmelisiniz. Hızlı ve pratik düşünme sisteminizi devreye sokmalısınız: “Ne yapmam gerekiyor şimdi?”
O saatte bağrınmanın hiçbir fayda sağlamayacağına kanaat getirerek, evladınıza yapacak bir şey olmadığını, bu performans ödevinden sıfırı çakacağını anlatıyorsunuz. Doğru karar. Çocuk cezasını çekmeli. Sonuca katlanmalı. Durumu hocasına kendi anlatmalı. Ve yatağa gönderiyorsunuz onu. Kendi başına, ağlayarak…
Sonra ayak parmaklarınızın ucundan boğazınıza kadar bir ısınma hissediyorsunuz. O ateş bir yandan sizi soru yağmuruna tutuyor; Cevapları şu anda yataktaki kişide olan.
- Bu performans ödevi ne zaman verildi?
- Ne zaman teslim edilecekti aslında ?
- Ne yapılması gerekiyordu ? gibi gibi….
Sakinleşmek için bir çözüm arayışı içinde dolaşıyorsunuz salonun ortasında. Diğer koltukta biraz önce sizin uzandığınız gibi uzanmış kocanız ilişiyor gözünüze. Bir tepki verir umuduyla bakıyorsunuz ona. O da sessiz. Eli alnında. Dertli bir görüntüsü var. Ona dokunmamaya karar veriyorsunuz.
Sonunda dayanamayıp çocuğunuzun odasına fırlıyorsunuz. Biraz önce içinizdeki kaynamanın sıraladığı soruları siz sıralıyorsunuz çocuğunuza şimdi. Cevaplar alınırken bir anda masasının dağınıklığından dem vurup onun için ailece gösterdiğiniz emeğe kadar vardırıyorsunuz işi.
Kaynama noktası 100 C den daha üst seviyedesiniz şu an. Ve patlıyorsunuz sonunda…
Bundan sonrası şöyle gelişiyor :
Saat gece 11.30 olmuştur siz kaynarken. Çocuk yataktan kaldırılır. Önce masası toplatılır ki, yazı yazacak yer açılsın. Sonra o günün dersleri kontrol edilir. Ve hatta o esnada bir ödevini daha yapmadığı çıkar ortaya. ( Ben acaba çok mu ilgisiz bir anneyim? diye bir alt yazı geçer gözlerinizin önünden) Unutulmuş ödevi bir kenara bırakıp 25 tane kesirli problem sorularını yazdırmaya başlarsınız. Noktayı koyduğunuzda saate bakmak hiç istemezsiniz. Çocuk kafasını yazarken bile neredeyse masaya koysa uyuyacak halde olsa dahi içi huzurlu yorganının altına süzülür.
Oysa siz yastığa baş koyduğunuzda kendinizle hesaplaşmaya başlarsınız :
Sol omzunuzdaki şeytan : “Bırakmalıydın ki, sıfırı alsın anlasın. Bak bakalım bir daha unutur mu unutmaz mı?”
Sağ omzunuzdaki melek ise: “Hiç gerek yoktu. Bu bile ona iyi bir ders oldu. Bir daha itirazsız annesinin lafını dinleyecektir”
Derler…
Şeytan ile melek tartışmaya devam etsinler. Biz anneler kendi doğru bildiğimiz yolda ilerlemeye devam edeceğiz. Hem çocuğumuza bu tür davranışlarından ötürü kızıp sinirlenecek, yapılması gerekenleri başkomutan edasıyla bıkmadan anlatacağız hem de bir yandan yavrumuza kıyamayacak neredeyse ödevlerini oturup yapacağız…
Baktığım zaman gördüğüm, hemen hemen tüm çocukların aynı oldukları. Sanıyorum teşekkürü borç bilmem gereken son zamanların oturtulamamış eğitim sistemi.
Yaşasın “unutkan çocuklar !” , Yaşasın “çoklu zeka eğitimi!” ve Yaşasın “yeni nesil anneler!”
4 yorum:
Zeynep'ciğim,
Aynen beni ve Merve'yi anlatmışsın sanki:) O ikilemler bu kadar mı güzel yansıtılır. Ben de kendime çok soruyorum aynı soruları. İlgisiz miyim? v.s. Ama inan iki çocuk daha zor.
Sevgilerimle...
Tanrım, gelecekte yaşayacaklarımdan bir kesit olabilir mi bu? :))
Doğrudur Bocuruk.. Ben tek cocukla bunca şey yaşarken, iki ve hatta üç çocukla uğraşanları takdir ediyorum..
Maalesef Defne'cim. Bunların hepsi birer prototip. Hiç şaşmıyor yani, ha sendeki ha bendeki...:))
Yorum Gönder