12 Şubat 2011 Cumartesi

Dışa Yazım...


Bu aralar vurgun yiyorum hayattan. Kendimle ilgili değil çevremdeki uzak-yakın tanıdıklarım yüzünden. Benimle alakasız olan bütün her şeye, kendi hayatıma bağlama çekiyorum. Sonunda kafam kazan kalakalıyorum öylece. Atıyorum bir bira, gevşiyor, defediyorum bütün o üşüşenleri. Ta ki bir sonraki ziyaretlerine kadar…

Yeni çağ hareketleri var. İlgilenmemiş olsanız bile en azından kulağınıza bir şekilde çalınmıştır. Bas bas bağırıyor: “AN’I YAŞA !”

Yapabilse insan belki de her şeyine çözüm bulacak aslında. Ama o kadar dünde yaşayıp, geleceği düşünüyoruz ki, “AN” lüks geliyor.

Ben de “lüks” bir hayat yaşamak istiyorum. Ve aslında bunun için de çabalıyorum. Farkındalığımı arttırıp yaşamın karşıma getirdiklerinden bir ders çıkarmayı alışkanlık edindim. Edindim edinmesine de, yine gelgelelim o birayı içecek vakitler oluyor işte.


Hey sen! Beyin (ego) denen varlık ! Sen nasıl bir sistemsin ki, yaşamın tüm güzellikleri dururken, o karanlık köşelere çekilmeyi yeğlersin? Sığındığın o ışıksız odadan çıksan önünde uzanan uçsuz bucaksız aydınlığı ve getirdiklerini kaçırmayacaksın. O sıkışık, nefessiz yerde kalmaksa niyetin, yalnız bırakıyorum seni. Çekiştirme… Ben nefes almaya gidiyorum…


Fotoğraf: gettyimages sitesindendir

21 Ocak 2011 Cuma

KARAR


"Bir hafta uzak kaldın mı kalemden, yazı yazmaya geri dönmek zor olur"

Bir sohbet anında çalındı kulağıma. Silkindim birden. Bir hafta mı? Haftalar, aylar ve hatta belki de yıl oldu yazıya dokunmayalı.

"Küstüm biraz sanırım" dedim cevap olarak. Neye, kime?

Ve karar aldım.

Artık her gün en az 1 saatimi yazıya ayıracağım. Ben seviyorum yazıyı.

Ne uzak dursun yazı bana...

Ne ben ona küseyim...



resim: gettyimages sitesinden...

9 Ocak 2011 Pazar

Kareler...


Sararmış fotoğraflar...

Zamanında içlerinde ne çok renk barındırmış, dönemin siyah-beyaz makinaları ile çekilmiş, şimdilerde ise kapalı kaldıkları çekmecelerin içinde sararmış fotoğraflar...

Nedendir bilmiyorum, eski çağırıyor şu aralar.
Yaş ilerledikçe mi çoğalıyor bu duygular?

Gençliğin en patlak yaşandığı anlarda sadece gözlerimle yalayıp geçiştirdiğim fotoğrafların içine dalasım var artık. Dalıp; o yaşanıp tükenmiş, tüketilmişlere sarılasım var hani. Zamanı dondurmak mı bütün niyetim yoksa?

Halbuki, şimdiyi yaşamalıyız. Dün geçti bitti, yarına çok var. Ama "şimdi" burada, seninle.

"Arada karıştırıyorum bu eski fotoğrafları. Her ne kadar zaman zaman zor olsa da bakması..." diyor bir akrabam.

Haklıdır. Sadece karelerde kalmışlıkları kabul etmek zor.

Yine de "Sararmış da olsalar yaşatmaya devam etmeliyiz"

diyorum...

5 Aralık 2010 Pazar

Harekete Geç, Hikayeni Gönder !


Biz kadınların korkulu rüyasıdır; Memeler !

Korkarız ancak belli bir yaştan itibaren yıllık rutin kontrollere gelince iş, erteleriz. Ama unutmamalı ki, erken teşhiş hayat kurtarır. Ne kadar düzenli kontrollerimizi yaptırırsak, o kadar sağlıklı günler bizi bekler.

Europa Donna Türkiye ( Türkiye Meme Hastalıkları Koalisyonu), T.C. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı ve Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu destekleri ve Novartis Onkoloji'nin katkıları ile bir kampanya başlatmıştır.

"Harekete Geç, Hikayeni Gönder" kampanyası ile dikkatleri meme sağlığına çekmek istemişler. Yaşanmışlıklardan yola çıkarak bu hastalığı yaşayanlara ve yakınlarına umut vermek ve toplumu meme kanseri konusunda bilinçlendirmek amaçlanmaktadır.

Europa Donna'nın bu konuda bana göndermiş olduğu maili aşağıda aynen sizinle paylaşmak istiyorum. Siz ya da çevrenizde bu hastalıkla mücadele edenlerin kampanyaya katılmasını sağlayabilirsiniz.

Sağlıklı günler her daim sizinle olsun !

" Kampanyaya başvuru www.hikayenigonder.com adresinden veya Europa Donna Türkiye posta adresine gönderim yolu ile yapılacaktır (Meme Hastalıkları Koalisyonu Derneği - Europa Donna Türkiye, Operatör Raif Bey Sok. 19 Mayıs Mahallesi No:26/3 Şişli-İstanbul). Son başvuru günü 31 Aralık 2010'dur.

Hikayeler, Gazeteci-Yazar Meral Tamer, Prof. Dr. Gökhan Demir (Florance Nightingale Gayrettepe Medikal Onkoloji), Prof. Dr. Nuran Beşe (İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi-Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı), Women’s Health Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deran Özer ve Europa Donna Türkiye Başkanı Violet Aroyo’ nun katılımı ile oluşmuş bir seçici kurul tarafından değerlendirilecektir. Dereceye giren hikayeler 01 Şubat 2011 tarihinde saat 18.00 itibariyle kampanya web sitesinden duyurulacaktır. Seçici kurul tarafından seçilen ilk 10 hikayenin yazarlarına Europa Donna tarafından çeşitli ödüller verilecektir. Birinci seçilecek hikayenin yazarı İstanbul’da Selda Alkor ve Violet Aroyo ile birlikte bir akşam yemeği yiyecektir. Birinci, ikinci ve üçüncü hikayelerin sahiplerine birer yürüyüş bandı hediye edilecek, takip eden yedi hikayenin sahibine ise Women’s Health Dergisi bir yıllık ücretsiz abonelik hediye edecektir. Kampanya detayları için www.hikayenigonder.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Europa Donna’nın mesajı: “Lütfen hikayenizi bizimle paylaşın, yaşadıklarınızla diğer yaşamlara umut olabilirsiniz. Sizin veya yakınlarınızın hikayesi, bir başka hikayenin mutlu sonla bitmesini sağlayabilir.”


resim :Getty Images sitesinden alınmıştır.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Profesyonel


İpek...İnsan Kaynakları Uzmanı.
Kaynağım İnsan web sayfasının güzel sahibesi.Hiç yüz yüze gelmedik kendisiyle.Son günlerin en moda,iletişimin en yüksek olduğu sosyal ağlardan (Friendfeed,Facebook,Twitter)tanıyorum onu.
Gönül ister,bir gün gelelim karşılıklı,keyifle kahvelerimizi yudumlayalım.

Ne diyordum,evet İpek,dedi ki; "Profesyoneller bölümüm var yazar mısın?"

En zor iştir, kişinin kendisi ile ilgili bir şeyleri karalamak. Fazla kaçarsa megolaman olma riskiniz vardır. Az söylerseniz, bu defa yeteri kadar anlatamadığınızdan, için için yersiniz kendinizi. Ne yazsam diye düşündüm, karar verdim. Ne isem onu döktüm satırlara.

Haydi buyrun bu taraftan

26 Ekim 2010 Salı

King Kong...


Hani derlerdi ya, çocuklar küçükken, “bunlar cicim ayları, sen bir de büyüdüğünde gör, ne işler bekliyor seni” diye. Hani onlar dedikçe içimizden küfredesimiz gelirdi ya. Hah işte, şimdi diyorum ki; pek haklılarmış !

Kız büyüdü. Büyüdükçe dünyası genişledi. İstekleri çoğaldı. Özgüven deseniz benim boyumu aştı, neredeyse atmosferden fışkırıp gidecek. Yeni hevesler peşinde. Bunlardan biri de tek başına toplu ulaşım araçlarında seyahat etmek.

İlk defa evden 1 saatlik mesafedeki kursuna gideceği gün, diz üstü ve hatta neredeyse kalça hizasında eteğini giydiği zaman zorla ikna edebilmiştim kotunu giymesini. Uğurlarla yolcu etmiş, arkasından bir su dökmediğim kalmıştı. O geçmek bilmeyen 1 saat içinde “sorunlu anne” etiketini yememek adına da elimde cep telefonu sürekli mesaj atıp hangi güzergahta olduğunu öğrenmemek için zor tutmuştum kendimi. İlk yolculuk sağsalim tamamlanmıştı neyse ki. Sonraki ufak tefek yanlış dolmuşa binip yolun ortasında inmelerini saymazsak eğer, bu işi kotardı bizim kız aslında.

E tabii bu tatbikat sonrası okul açılıp da “öğrenci kartı kim ister?” diye sorduklarında hocaları, bizimki sıranın başında bitivermiş. Birkaç gün sonra “belgelerim hazır” diye gelmişti eve. Sanki yurtdışında okumaya giden çocuğun heyecanı gibi büyük bir heyecanla beklemeye başladı kartının çıkacağı günü.

Ama annesi sultan soyundan ya, o belgeleri vestiyer namına kullanılan yemek masasının tam ortasında günlerce bekletti durdu. Ne zaman duydu ki, kart başvuruları Ekim sonuna kadar, yumurta tam kapıdayken yaptı planını.

Kendimden 3. Şahıs gibi bahsetmeyip olayı üstleneyim yeniden. Önce yatırdık kart bedelini belirtilen bankaya. Öyle hemen “yatırdın paranı aferin, gel kartını verelim” dendiğini sanmayın sakın. 1 gün bekleyecek, sonra başvurunu yapacaksın. Vakit geldi, bindik bir otobüse tuttuk ilgili makamın yolunu. Kızıma laf edersem başıma geleceği o dur, yanlış durakta inmemin bedelini, Konak Meydanı’nda, öğle tatiline sadece 5 dakika kala, ayağımda topuklularla koşmakla ödedim. Kapıya vardığımda, yerden 2 basamak yukardan son dakikacılara bakan, görevine dibine kadar sahip çıkmış şekilde kimseyi içeriye sızdırmamak adına bir eli kapının kolunda, King Kong’un kardeşi kıvamındaki güvenlik görevlisi gürledi : “Yeni başvuru ise eğer internetten yapacaksınız !” Gözümü King Kong’tan alabildiğim anda fark ettim yanımdaki yaşlı amcayı. Sessiz sessiz soruyordu; “internetten miiii, oğlum?”

Boynum bükük, ayaklarım isyanda mecburen ayrıldım oradan. Eve döner dönmez oturdum bilgisayarın başına. Ne facebook ne friendfeed. Gün içinde neler olmuş merakımı bir yana koyup başladım satır satır okumaya. Her türlü donem hazırdı başvuru için. İstenilenleri girmeye başladım. O da ne? “Kayıt Bulunamadı”… Haaayy….neyse….Tekrar..tekrar…olmadı tabii ki. Bizim memlekette zaten her şey o kadar gelişmişti ki, bir tek toplu ulaşım kart başvurusunun internetten yapılması eksik kalmıştı.

Telefonla şansım olmaz diyorken cevabımı aslında orada buldum sonunda. Allah rızası için iyi taraflarına denk gelmiştim sanırım. Çok kibar bir hanım sordu, ben de onun kibarlığının ve yardımseverliğinin karşısında ezik bir şekilde sırasıyla cevapladım sorularını.

Ne dedi biliyor musunuz?

“Bizzat buraya geleceksin, canım! Beni bulacaksın. Sen yabancı uyruklu olduğun için sana ayrı bir numara vereceğiz, onunla işlemini yapacaksın, güzelim !”

Ha bir de şu var; acele etmeme gerek yokmuş. “Ne zaman istersen gelip yaptırabilirsin. 2011 yılı için geçerli bu başvurun senin. Ama bir an evvel gel ki, hemen indirimlerden yararlanmaya başla, canım benim, tamam mı?”

Şimdi ben yarın giderken kılıç kalkanımı kuşansam, o kapıdaki King Kong’u yenebilir miyim sizce?

18 Ekim 2010 Pazartesi


Bazen durup yaşlılık dönemimi düşünürüm. Nasıl biri olacağım acaba? Çevremdeki kimi yaşını almışları farkında olmadan eleştirir sonra da kendime kızarım; “Kimbilir sen neye benzeyeceksin kızım?”

Kafamda resim, artık uğraş yaratmayacak kısalıkta ve aklar kaplamış ve hatta seyrelmiş bir saç, üzerimde basmadan bir entari, omuzlarımda el örgüsü – nedense mor renginde – bir şal, hafif omuzlar düşmüş ve dahi elimde bastonum, ayaklarımın çevresinde yaltaklanan kediler,şeklinde canlanıyor.

Evet, ben bir hayvan delisiyim. Kedilere ise düşkünlüğüm çok daha fazla. Evimde bir köpek ve bir kedi beslemek yetmeyip, penceremin önüne yalvaran gözlerle dizilen kedilere bile yetişmeye çalışıyorum. Site sakinleri kızıyor belki ama beni bu şekilde sevsinler seveceklerse diyorum bir yandan da. O korumasızlara bir şekilde yardım etmek için varmışım gibi hissediyorum zaman zaman.

Bir komşu bütün yaz besleyip ve hatta evine misafir ettiği kediciği bırakıp giderken bile içi rahat. “Nasıl olsa Zeynep var, bakar bizimkine de” diye gidiyor. Gerçekten de öyle oluyor. Mümkün olsa neredeyse her beslediğimi koynuma alacağım.

İşte onların içinden biri ile yaz dönemi bitip, uzun bir süre terk-i diyar eylediğim evime dönüşte bahçede rastladım. Mini minnacık idi. Annesi ve kardeşi ile sürekli dolanıyordu etrafta. Bir çift masum gözle zıplıyordu penceremin önüne. Annesi ve kardeşinden fırsat kalırsa mamalardan yemeye çalışıyordu. Bir gün fark ettim ki yalnız kalmış. Anası ve kardeşi mahallenin başka bir tarafına gitmişler buncağızı yalnız bırakıp. Tabii, daha güçlü bir kurtarma/bakma duygusu ile besler oldum her gün onu. Terkedilmişliğin verdiği korku ile kendinden sadece 1-2 ay büyük bir arkadaş bulmuş dolanır olmuştu son günlerde. Beraber gelip, beraber yiyip, beraberce gidiyorlardı. Bahçedeki masanın üzerinde uyurlarken bile beraberdiler.

Geçtiğimiz günlerde tam mamasını yerken gördüm öksürdüğünü. Hani deriz ya, öyle kötü bir öksürük ki sanki ciğerlerim yerinden fırlayacak gibi oluyor. İşte tam da öyle idi minik yavrucuk... Yeri geliyor evimdekilere zor yetişiyorken, sokaktaki onca hayvana nasıl yetişirim diye düşünür oldum kaç günlerdir. Sonu yoktu bu işin. Bir yandan da kocamın söyleyeceklerini duyabiliyordum. Aklıma facebooktaki sürekli hayvan sahiplendirmeye gönül vermiş grup aklıma geldi. Yazdım duvarına. “Yok mu bir gönüllü veteriner arkadaş ?” diye. Ses vermedi kimseler.

Baktım bugün sabah iyice zorlaşmış nefes alışı. O anda bıraktım her şeyi. Kaptığım gibi götürdüm yakındaki veterinere. Ölmesine izin veremezdim. Gözümün içine baka baka bana elveda demesine katlanamazdım. Hayatı daha yeni yeni öğrenecekken her şeyin onun için bitmesine göz yumamazdım.

Arabada korkudan miyavlarken bile sesi zor çıkıyordu. Şimdi klinikte. Oturmuş ondan gelecek haberi bekliyorum. Ve dua ediyorum ki, geç kalmış olmayayım.


Resim: Bana ait- Bizim evin kabadayısı...

Subscribe to me on FriendFeed XING