Hani derlerdi ya, çocuklar küçükken, “bunlar cicim ayları, sen bir de büyüdüğünde gör, ne işler bekliyor seni” diye. Hani onlar dedikçe içimizden küfredesimiz gelirdi ya. Hah işte, şimdi diyorum ki; pek haklılarmış !
Kız büyüdü. Büyüdükçe dünyası genişledi. İstekleri çoğaldı. Özgüven deseniz benim boyumu aştı, neredeyse atmosferden fışkırıp gidecek. Yeni hevesler peşinde. Bunlardan biri de tek başına toplu ulaşım araçlarında seyahat etmek.
İlk defa evden 1 saatlik mesafedeki kursuna gideceği gün, diz üstü ve hatta neredeyse kalça hizasında eteğini giydiği zaman zorla ikna edebilmiştim kotunu giymesini. Uğurlarla yolcu etmiş, arkasından bir su dökmediğim kalmıştı. O geçmek bilmeyen 1 saat içinde “sorunlu anne” etiketini yememek adına da elimde cep telefonu sürekli mesaj atıp hangi güzergahta olduğunu öğrenmemek için zor tutmuştum kendimi. İlk yolculuk sağsalim tamamlanmıştı neyse ki. Sonraki ufak tefek yanlış dolmuşa binip yolun ortasında inmelerini saymazsak eğer, bu işi kotardı bizim kız aslında.
E tabii bu tatbikat sonrası okul açılıp da “öğrenci kartı kim ister?” diye sorduklarında hocaları, bizimki sıranın başında bitivermiş. Birkaç gün sonra “belgelerim hazır” diye gelmişti eve. Sanki yurtdışında okumaya giden çocuğun heyecanı gibi büyük bir heyecanla beklemeye başladı kartının çıkacağı günü.
Ama annesi sultan soyundan ya, o belgeleri vestiyer namına kullanılan yemek masasının tam ortasında günlerce bekletti durdu. Ne zaman duydu ki, kart başvuruları Ekim sonuna kadar, yumurta tam kapıdayken yaptı planını.
Kendimden 3. Şahıs gibi bahsetmeyip olayı üstleneyim yeniden. Önce yatırdık kart bedelini belirtilen bankaya. Öyle hemen “yatırdın paranı aferin, gel kartını verelim” dendiğini sanmayın sakın. 1 gün bekleyecek, sonra başvurunu yapacaksın. Vakit geldi, bindik bir otobüse tuttuk ilgili makamın yolunu. Kızıma laf edersem başıma geleceği o dur, yanlış durakta inmemin bedelini, Konak Meydanı’nda, öğle tatiline sadece 5 dakika kala, ayağımda topuklularla koşmakla ödedim. Kapıya vardığımda, yerden 2 basamak yukardan son dakikacılara bakan, görevine dibine kadar sahip çıkmış şekilde kimseyi içeriye sızdırmamak adına bir eli kapının kolunda, King Kong’un kardeşi kıvamındaki güvenlik görevlisi gürledi : “Yeni başvuru ise eğer internetten yapacaksınız !” Gözümü King Kong’tan alabildiğim anda fark ettim yanımdaki yaşlı amcayı. Sessiz sessiz soruyordu; “internetten miiii, oğlum?”
Boynum bükük, ayaklarım isyanda mecburen ayrıldım oradan. Eve döner dönmez oturdum bilgisayarın başına. Ne facebook ne friendfeed. Gün içinde neler olmuş merakımı bir yana koyup başladım satır satır okumaya. Her türlü donem hazırdı başvuru için. İstenilenleri girmeye başladım. O da ne? “Kayıt Bulunamadı”… Haaayy….neyse….Tekrar..tekrar…olmadı tabii ki. Bizim memlekette zaten her şey o kadar gelişmişti ki, bir tek toplu ulaşım kart başvurusunun internetten yapılması eksik kalmıştı.
Telefonla şansım olmaz diyorken cevabımı aslında orada buldum sonunda. Allah rızası için iyi taraflarına denk gelmiştim sanırım. Çok kibar bir hanım sordu, ben de onun kibarlığının ve yardımseverliğinin karşısında ezik bir şekilde sırasıyla cevapladım sorularını.
Ne dedi biliyor musunuz?
“Bizzat buraya geleceksin, canım! Beni bulacaksın. Sen yabancı uyruklu olduğun için sana ayrı bir numara vereceğiz, onunla işlemini yapacaksın, güzelim !”
Ha bir de şu var; acele etmeme gerek yokmuş. “Ne zaman istersen gelip yaptırabilirsin. 2011 yılı için geçerli bu başvurun senin. Ama bir an evvel gel ki, hemen indirimlerden yararlanmaya başla, canım benim, tamam mı?”
Şimdi ben yarın giderken kılıç kalkanımı kuşansam, o kapıdaki King Kong’u yenebilir miyim sizce?